Sitemize üye olarak beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, kendi ürettiğiniz ya da internet üzerinde beğendiğiniz içerikleri sitemizin ziyaretçilerine içerik gönder seçeneği ile sunabilirsiniz.
Zaten bir üyeliğiniz mevcut mu ? Giriş yapın
Sitemize üye olarak beğendiğiniz içerikleri favorilerinize ekleyebilir, kendi ürettiğiniz ya da internet üzerinde beğendiğiniz içerikleri sitemizin ziyaretçilerine içerik gönder seçeneği ile sunabilirsiniz.
Üyelerimize Özel Tüm Opsiyonlardan Kayıt Olarak Faydalanabilirsiniz
İZMİR’DE RİZE RÜZGARI ESTİ.
2025 Bahçelievler Katliamı Anma Konuşması
8 Ekim 1978 gecesi, yedi yoldaşımız da, Faruk ile Salih’in Ankara Bahçelievler’de kapısı herkese açık olan evlerinde bir araya gelmişlerdi.
O gece kapıları çalındığında gelenler onları çok seven komşuları değildi.
Kapıyı çalanlar katiller sürüsüydü. Katil olmak üzere eğitilmiş katiller! Seçme katiller!
Kapının önünde arabaları.. ellerinde 14’lü silahları.. hastaneden yürüttükleri eter.. ve boğma telleriyle kardeşlerimizi katletmeye gelmişlerdi. İçeride ise “silahımız partimiz” şiarını benimsemiş silahsız sosyalist Türkiye işçi Partili öğrenciler bulunuyordu…
Bahçelievler katliamı, kendisinden önceki ve sonraki bir dizi suikast, provokasyon ve katliam gibi, hem devletin içinde gizlice yuvalanmış hem de açıkta faaliyet gösteren faşist bir iktidar odağının Türkiye’yi, emperyalizmin ve yerli büyük tekelci sermayenin istediği askeri-faşist bir darbeye sürüklemeyi amaçlayan stratejisinin ürünüdür.
Bahçelievler Katliamı’nın biraz öncesine gidecek olursak; 1978 yılının gelmesiyle birlikte ülkede faşist katil sürüleri gemi azıya almışlardı.
1978 yılı Mart ayında Genelkurmay Başkanı olan Kenan Evren, aynı yıl içinde ABD’ye yaptığı ziyaretten sonra Genelkurmay İkinci Başkanı Haydar Saltık’ın başkanlığında özel bir “çalışma grubu” oluşturacak, 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi’ne giden yolun “eylem planı” bu özel “çalışma grubu” tarafından hazırlanacaktı.
Planlar hazırdı. İş terörün, cinayet ve katliamların uygulamasına kalmıştı.
14 Mart 1978’deTürkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran şu saptamayı yapacaktı:
“Şiddet olayları, sayıca çok artmış olmaları bir yana, nitelik açısından da bir değişme gösteriyor… saldırı olayları “karşıt görüşteki grupların arasındaki çatışma” tanımlamasına, hiç bir biçim ve ölçüte sığdırılamayacak olaylardır… kamu düzenini, iktidarı hedef almaktadır. Genç amatör işi değil, profesyonel işidir.”
Olaylar ne yazık ki Behice Boran’ın saptaması doğrultusunda gerçekleşmeye başladı.. Aydınlara, yazarlara, akademisyenlere, gazetecilere profesyonel işi suikastler birbirini izliyordu. Sosyalist siyasi partilerin ve demokratik kitle örgütlerinin binaları bombalanıyor, üyeleri kurşulanıyordu.
Devrimci öğrenciler en önemli hedeflerdendi. Öğrenci cinayetleri pek çok yuvaya ateş düşmesine neden oldu.
Türkiye İşçi Partisi Genel Sekreteri Nihat Sargın 17 Eylül’de yaptığı basın açıklamasında Kürt halkına yönelen “Kanatlı J-78” tatbikatını “bir savaş tatbikatı” olarak niteleyerek protesto etti. Bu olaydan birkaç gün sonra Nihat Sargın TİP Genel Merkezi’ne bir ziyaretçi gibi giren bir tetikçi tarafından kurşunlanarak öldürülmek istendi.
Artık Türkiye’de her gün sokaklarda birkaç kişi öldürülüyordu,
insanların can ve mal güvenliklerinin kalmaması amaçlanıyordu.
8 Ekim günü ellerinde katliam silahlarıyla, araçlarıyla yoldaşlarımızın kapısına dayanan faşist katiller sevgili kardeşlerimizi soğukkanlılıkla, vahşice, barbarca katlettiler; boğdular, kurşunladılar, canlarını aldılar! Bu vahşetin ta kendisiydi. Her ayrıntısına kadar devletin en derinlerinde planlanmış, en uygun ekibin görevlendirildiği bir vahşet gösterisi.
Öldürülenler ne kadar yaşama bağlı, insanları seven, sömürüsüz ve özgür bir dünyayı arzulayan, insani nitelikleri gelişkin insanlarsa, katledenler de o kadar şiddete tapan, vahşet saçan yaratıklardı.
Sevgili kardeşimiz Serdar Alten 9 gün direndi ölüme ve Genel Başkanımız Boran’a “yaşayacağım ve hepsini tek tek göstereceğim” dedi. Gerçekten de onları yakalatacak her bilgiyi verdi, ancak ne yazık ki yaşayamadı.
Hukuktan ve adaletten yana güçlerin çabalarıyla, başta avukat yoldaşlarımız Erşen Sansal ve Nezahat Gündoğmuş olmak üzere, her görüşten yurtsever, demokrat pek çok avukatın katılım ve desteğiyle suçlular cezalandırıldılar. Her biri yedi kez en yüksek cezayı aldı.
Ne var ki, onlar hep devletin, bazı siyasetçilerin ve derin devletin koruması altında oldular; cezalarını çekmemeleri, her fırsatta kaçmaları için ellerinden geleni yaptılar, onları özel korumaya aldılar.
Devletin hakkında hüküm vermiş olduğu Abdullah Çatlı’yı özel devlet koruması altında yeni görevlere gönderdiler.
Devlet içinde olan ama kendilerini hiçbir yasa ile bağlı görmeyen güçler, defalarca suçluların sözümona “yanlışlıkla” cezaevinden çıkartılmalarını sağladılar. Zaman geldi hükümlüler karakoldan kaçırıldılar. Zaman geldi Haluk Kırcı kaçakken o zamanlar Erzurum Valisi olan Mehmet Ağar’ın şahitliğinde ve korumasında evlendirildi.
Yedi kez idama mahkum edilen Kırcı’nın ve diğer katillerin her bir ölüm cezası 1991 yılında çıkartılan Terörle Mücadele Yasası’nın geçici maddeleri uyarınca 10’ar yıla çevrildi.
Ama şurası da gözden kaçırmamalıdır ki başta Erşen Sansal olmak üzere avukatlar, hukukçular ve adaletten yana güçler onların kabusu oldular ve hapisten kaçırıldıkları zaman onları yeniden ve yeniden içeri attırmayı pek çok kez başardılar.
3 Kasım 1996’da Susurluk’taki kaza herkesin bildiği gerçeği apaçık gün ışığına çıkarttı. Çatlı bir emniyet müdürü ile birlikte yeni karanlık işler peşindeyken yaşamını kaybetti. Susurluk Kazası TBMM’de araştırma konusu oldu ve Abdullah Çatlı’nın devlet tarafından korunduğu, İçişleri Bakanı Mehmet Ağar tarafından kendisine “Emniyet Genel Müdürlüğü Uzmanı” kimliği ve silah ruhsatı verildiği, başka devlet görevlileriyle birlikte yasadışı işlere karıştıkları ortaya çıktı.
Ve…en sonunda iktidarda bulunanlar da görevlerini yaptılar ve 2012 yılında 3. yargı paketine son anda eklenen bir geçici madde ile bu canileri hapisten çıkarttılar.
Evet çıkarttılar ama hiç unutulmamalıdır ki bu katliam bir insanlık suçudur. İnsanlığa karşı işlenmiş suçlar, uluslararası hukuka göre ağır suçlardır. Bu suçlar için zaman aşımı olmaz.
Biz bu insanlık suçunu unutmayız!
Bursa’dan Çorum’a, Kırklareli’nden İzmir’e, Ankara’dan Samsun’a, Antalya’dan Diyarbakır’a hiç bir yerde unutturmayız!
8 Ekim 1978 tarihinde Bahçelievlerde faşist katillerce katledilen 7 Türkiye İşçi Partili genç, Faruk, Latif, Hürcan, Efraim, Osman Nuri,Salih ve Serdar İzmir’ de yoldaşları, 1961-1988 Türkiye İşçi Partisi dostlarınca anıldı. Anma etkinliği açılış konuşmasını yapan Mustafa Küçük,
“Ankara, Bahçelievler’ de faşist katillerce katledilen yoldaşlarımızı unutmadık, unutturmayacağız. Geçen onca yıla karşın, acıları hala içimizi yakıyor, ancak biz onları, içimizde hafiflemeyen acıları ile değil, yaşam felsefeleri in odağına koydukları, insan, sevgi ve tüm insanlığın iyiliğini yansıtan, o günkü halleriyle, yaşlanmamış, sıcacık bakışlarıyla, saygıyla ve özlemle anıyoruz. Yine 7 yoldaşımız nezdinde, yitirdiğimiz tüm yoldaşlarımızı saygı ve özlemle anıyoruz”dedi.
Ardından sözü bıraktığı Zerrin Yatağan, anma etkinliklerinin yapıldığı tüm illerde kamuoyuna iletilmek üzere hazırlanan, ortak metni katılımcılarla paylaştı.
Etkinlik, birlikte seslendirilen türkülerle sona erdi.
Türkiye’de demokratik güçleri, adalet ve hukuktan yana olan güçleri kimse küçümsemesin!
Açıkça görülüyor ki, bugün de meydanları dolduran milyonlarca demokrasi yanlısı insanımız adalet ve hukuktan bir milim vazgeçmiyor.